12. SINIF ÜNİTE,
KONU, KAZANIM VE AÇIKLAMALARI
12.1. Genden
Proteine
12.1.1. Nükleik
Asitlerin Keşfi ve Önemi
Anahtar Kavramlar
DNA ligaz, DNA
polimeraz, gen, helikaz, kromozom, nükleik asit, nükleotit, DNA replikasyonu
12.1.1.1. Nükleik
asitlerin keşif sürecini özetler.
Rosalind Franklin,
James Watson, Francis Crick çalışmaları kısaca açıklanır ancak bu
isimlerin ezberlenmesi ve kronolojik sırasının bilinmesi beklenmez.
NÜKLEİK
ASİTLERİN KEŞFİ
-İlk defa T. Friedrick miescher 1869
yılında cerahatta (irinde) ve som balığı hücrelerinin çekirdeğinde görüldüğü
için bu moleküllere çekirdek asidi anlamında nükleik asit adını vermiştir.
Daha sonra yapılan araştırmalarda, çekirdek olsun olmasın tüm canlı
hücrelerde bulundukları saptanmıştır.
-Bilim insanları
önceleri, hücrelere ait genetik bilginin, proteinler tarafından taşındığını
kabul ediyorlardı. Çünkü proteinler, hücrenin kuru ağırlığının yaklaşık
yarısını oluşturan ve hücreden hücreye farklılık gösterebilen moleküllerdi.
-Ayrıca tüm hücrelerin
yapısındaki proteinlerin farklı olması ve proteinleri oluşturan amino
asitlerin 20 farklı çeşidinin bulunması, proteinlerin kalıtsal bilgiyi
taşıdığına olan inancı güçlendiriyordu.
|
-İlk olarak Friedrich Miescher
tarafından keşfedilen nükleik asitlerin yapısı, o zamana kadar kalıtsal
bilgiyi taşıdıkları kabul edilen proteinlerin yapısından daha farklıydı.
Proteinlerin yapısındaki bazı amino asitler kükürt taşımaktaydı ancak nükleik
asitlerin yapısında hiç kükürt bulunmuyordu. Proteinlerin yapısında 20 farklı
amino asit bulunmasına rağmen nükleik asitler 4 farklı nükleotitten
oluşuyordu.
- 1944
yılında Oswald Avery (Ozvıld Evıri, 1877-1955), Colin MacLeod (Kolin Meklod,
19091972) ve Maclyn McCarty (Maklin Mekkarti, 1911-2005) adlı bilim insanları
daha önce 1928 yılında Frederick Griffith (Frederik Griffit, 1879-1941)
tarafından yapılmış olan deneyleri temel alarak gerçekleştirdikleri deneyle
DNA’nın genetik madde olduğunu ispatlamışlardır.
-Bu deneyde zatürreye neden olduğu
bilinen Streptococcus pneumoniae (Streptokokus pnömoni)
bakterisi kullanılmıştır. Bu bakterinin iki formu vardır. Kapsüllü olan form
zatürreye neden olurken kapsülsüz form bu hastalığa neden olmamaktadır.
Griffith, bu bakterilerle yaptığı deneyler sonucunda kapsüllü canlı
bakterilerin hastalığa neden olduğunu, kapsülsüz canlı bakterilerin ve
ısıtılarak öldürülmüş kapsüllü bakterilerin hastalığa neden olmadığını
belirlemiştir
1. Canlı
kapsüllü bakteriler fareye enjekte edildiğinde fare zatürreden ölmüştür.
|
|
2. Canlı kapsülsüz
bakteriler fareye enjekte edildiğinde fare zatürreye yakalanmamış ve
yaşamaya devam
etmiştir.
|
|
3. Isıtılarak
öldürülmüş kapsüllü bakteriler fareye enjekte edildiğinde fare yaşamaya
devam etmiştir.
|
|
4. Isıtılmış kapsüllü bakteriler, kapsülsüz canlı
bakteriler ile karıştırılıp fareye enjekte edildiğinde fare zatürreden
ölmüştür. Ölen fareden alınan kan örneği incelendiğinde kapsüllü bakteriler
tespit edilmiştir.
|
|
SONUÇ: Griffith, tek başına hastalığa neden olmayan
kapsülsüz bakteriler ile ısıtılarak öldürülmüş kapsüllü bakterileri bir arada
tuttuktan sonra fareye verdiğinde, farenin zatürre hastalığına yakalanıp
öldüğünü tespit etmiştir. Ölü farenin kanını incelediğinde ise çok sayıda
kapsüllü bakteri formunun bulunduğunu gözlemlemiştir. Bu durumda ölü kapsüllü
bakterilerden kapsülsüz bakterilere geçen ve kapsülsüz bakteriye kapsül yapma
özelliği, dolayısıyla zatürreye neden olma özelliği kazandıran bir maddenin
bulunduğunu fark etmiştir. Griffith, canlı bakterilerin yaşadıkları ortamdan
ölü bakterilere ait maddeleri alması şeklinde gerçekleşen bu olaya transformasyon
adını vermiştir ancak bu maddenin ne olduğunu açıklayamamıştır.
-1944 yılında Avery, MacLeod ve McCarty
yaptıkları deney ile Griffith’in deneyinde ölü kapsüllü bakterilerden canlı
kapsülsüz bakterilere geçen, genetik bilginin taşınmasında görevli maddeleri
bulmuşlardır. Bu deneyde; ısıtılarak öldürülmüş kapsüllü bakterilerden elde
edilen özüt, üç ayrı ortamda proteaz (proteinleri parçalayan enzim), DNAaz
(DNA molekülünü parçalayan enzim) ve RNAaz (RNA molekülünü parçalayan enzim)
enzimleri ile bir arada tutulduktan sonra her üç ortama da canlı kapsülsüz
bakteriler eklenmiştir. Elde edilen
özüt, farelere enjekte edilmiştir. Buna göre;
DNAaz
Ölü kapsüllü bakteriler
Canlı kapsülsüz
bakteriler
|
|
RNAaz
Ölü kapsüllü bakteriler
Canlı kapsülsüz bakteriler
|
|
Proteaz
Ölü kapsüllü bakteriler Canlı kapsülsüz bakteriler
|
|
SONUÇ: Bu bakterilerden sadece DNAaz enzimi ile müdahale
edilen özüt, farede zatürreye neden olmazken diğer bakteriler yine kapsül
yapma yeteneği kazanmış ve farede zatürreye neden olmuştur. Öyleyse DNAaz,
kapsüllü bakterilere ait DNA moleküllerini parçalamış, böylece kapsülsüz
bakterilerin kapsül yeteneği kazanmasına engel olmuştur. Bu deneyle, kapsüllü
bakterilerden kapsülsüz bakteriye geçerek kapsül oluşumu sağlayan yani
hastalık yapma özelliği taşıyan transformasyon ajanının DNA olduğu bilgisine
ulaşılmıştır.
NÜKLEİK
ASİTLERİN ÖNEMİ
Nükleik asitler, organizmaların genetik
bilgiyi bir nesilden diğerine aktarmasına izin veren moleküllerdir.
-Nükleik asitler, hücre çekirdeğindeki
genlerden hücrenin diğer kısımlarına bilgi aktaran mesaj molekülleridir,
hücrenin yapısal özelliklerini ve yaşamsal fonksiyonlarını düzenler.
Örneğin, canlılarda enerji üretimi,
protein sentezi, hücre bölünmesi gibi yaşamsal olaylar nükleik asitlerdeki
bilgilerle kontrol edilir. Bu özelliklerinden dolayı nükleik asitlere
yönetici moleküller de denir.
|
SORU 1. Bir bakteri türünün S (kapsüllü) ve R (kapsülsüz)
tipleri bulunmaktadır. Bu bakteri tipleri değişik aşamalardan geçirilip
farelere enjekte edilerek aşağıdaki çalışma yapılmıştır.
Bu çalışmaya göre,
I. R-tipi bakteriler çevresel
nedenlerle mutasyona uğrayarak S-tipine dönüşebilir.
II. S-tipi bakterilerin canlı olup
olmamalarına
bakılmaksızın enjeksiyonu, her durumda farelerin
ölümüyle sonuçlanır.
III. Canlı R-tipi bakteriler, ölü
S-tipi bakterilere ait bazı faktörlerin etkisiyle kapsül oluşturma özelliği kazanabilir.
yargılarından hangilerine
ulaşılabilir?
A) Yalnız I B) Yalnız II C)Yalnız
III
D) I ve II E) I ve III
SORU 2. Kaynatılarak öldürülmüş hastalık yapma özelliğine
sahip kapsüllü bir bakterileriye ait;
I. Protein
II. Glikoprotein
III. DNA
IV. Yağ
moleküllerinden hangisi ya da
hangileri kapsülsüz bakterilere kapsül yapma yeteneği kazandırabilir?
A) Yalnız III B) I ve III C)
II ve IV
D) I, III ve IV E) I, II, III
ve IV
SORU 3. İlk önce Griffith, daha sonra
Avery ve arkadaşlarının yaptığı deneyler sonucu zatürre hastalığına neden
olan bakterilerin kapsüllü ve kapsülsüz olmak üzere iki formu olup ve
kapsüllü bakterilerin zatürreye neden olduğu, kapsülsüz bakterilerin ise
zatürreye neden olmadığı görülmüştür. Isıtılmış kapsüllü bakteriler,
kapsülsüz canlı bakteriler ile karıştırılıp fareye enjekte edildiğinde
farenin zatürreden öldüğü görülmüştür.
Bu açıklamaya göre hangisi yukarıda
verilen açıklamayı desteklemez?
A) Kapsüllü bakteriler hastalık
oluşturabildiğine göre vücut direncini kırmıştır.
B) Kapsülsüz bakteriler zatürreye neden
olmazlar.
C) Kapsülsüz bakterileri vücudun
bağışıklık sistemi etkisiz hale getirebilmektedir.
D) Isıtma işlemi, kapsüllü bakterilerin
DNA yapısını tamamen bozmaktadır.
E) Kapsüllü bakteri DNA parçası,
kapsülsüz bakteriye geçerek (transformasyon olayı) kapsül yapma özelliğini
kazandırabilir.
CEVAPLAR ve
ÇÖZÜMLERİ
1. Mutasyona neden olabilecek bir faktör verilmemiştir.
Isıtılarak öldürülmüş S-tipi bakterilerin verildiği fare yaşamaya devam
etmiş. Dolayısı ile her durumda farelerin ölümüne neden olmamıştır. Canlı R-tipi bakteriler, ölü S-tipi bakterilere ait
DNA yı transformasyon ile alarak kapsül oluşturma özelliği kazanmıştır.
Cevap: C
2. Kapsüllü bakterilerden kapsülsüz bakteriye geçerek
kapsül oluşumu sağlayan yani hastalık yapma özelliği taşıyan transformasyon
ajanının DNA’dır.
Cevap: A
3. Isıtma işlemi ile kapsüllü bakterilerin DNA yapısı
tamamen bozulmamıştır. Şayet bozulmuş olsaydı bu DNA parçalarını alan
kapsülsüz bakteriler kapsül dolayısı ile hastalık oluşturamazlardı.
Cevap: D
|